6 Nisan 2017 Perşembe

Arrival (2016)


Bilim kurgu seven biri değilim. Yok Maymunlar Cehennemi’ymiş, yok 2001:Bir Uzay Macerası’ymış hiçbirini sevmedim. Bunu çok sevdim, çünkü bence bu bilim kurgu değil. Bilim kurgu olsa, ilk tanışmalarında medeniyetin kaynağı lisandır (language is the foundation of civilization) diyen Louise değil, medeniyetin temel taşı bilimdir (the cornerstone of civilisation is science) diyen Ian filmin esas kahramanı olurdu.

İnsanoğlu çeşitli zamanlarda çeşitli tercihler yaptı. Mesela dünyanın düz olduğuna inandı, elinde doğru düzgün hiçbir veri yokken buna inandı ve aksini iddia edenleri duymazdan geldi. Kanıt gösterdi Magellan yetmedi, kanıt gösterdi Galileo yetmedi. Zamanın doğrusal kabul edilmesi de benzer bir süreçten geçiyor. Milattan önce bu döngüsel zaman fikri vardı ve bir şekilde Aristo bunu değiştirdi. Ondan sonraki yüzlerce yıl hep Aristo’nun mantığı dünyada hüküm sürdü. Ta ki, Newton fiziğini yerle bir eden Quantum fiziği çıkana kadar. Mesela müthiş bir yazar olan aynı zamanda felsefe profesörü İhsan Oktay Anar, Amat isimli romanında zamanın döngüsel olduğunu söyleyen filozofları şöyle anlatır.

“İbni Parmen adındaki bu filozof Fisagorcular denilen cemaati terk etmiş, fakat onların ilginç bir fikrini reddetmemişti. Fisagorculara göre zamanın sonsuz olmasının yegâne yolu onun döngüsel olmasıydı. Risâlede bu bahsi izah etmek için şöyle bir örnek verilmişti: Sözgelimi Amr, belli bir tarihte doğup zamanla büyüdüğü vakit Zeyd ile arkadaş olduktan sonra, arkadaşına ihanet ederek onun tarafından öldürüldüğünde, zaman döngüsel olduğu için tekrar doğacak, yine Zeyd ile karşılaşacak, yine ona ihanet edecek ve yine öldürülüp yine doğacaktı. Bu döngü sonsuza kadar sürecekti. İşte, zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil, geleceği hatırlamak da mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi. Öte yandan, filozof Aristâtalis gözler nasıl ki ışığı ve kulaklar da sesi algılıyorsa, hafızanın da zamanı algıladığını ileri sürmüştü. Müridinin yazdıklarına bakılırsa, İbni Parmen de hafızanın, tıpkı göz ve kulak gibi bir duyu organı olduğunu söyler görünüyordu. Bununla birlikte hafıza geçmişi ve geleceği algılamaktaydı. Ancak bu filozof, geçmişin ve geleceğin olmadığını söyleyerek Fisagorculardan ayrılıyordu. Mesela, “Bir dedem var idi,” dendiğinde bundan, dedenin artık var olmadığı, “Bir oğlum olacak,” dendiğinde ise oğlun henüz var olmadığı sonucu çıkıyordu. Öyleyse var olduğu söylenen herhangi bir şey geçmişte ve gelecekte olamazdı. “Her ne kadar uzakta olsalar da zihinde şimdi bulunan şeylere bir bak,” diyen İbni Parmen’e göre, ‘şimdi çocuk olduğunu’ ve ‘şimdi ihtiyar olduğunu’ hatırlayan, dolayısıyla ‘algılayan’ biri yanılmaktaydı. O, aynı zamanda hem çocuk hem de ihtiyar olamazdı. Ne çocuk ne de ihtiyar olan biri de, ezelî ve ebedî bir ‘şimdi’ içinde yaşıyor demekti. İşte bu yüzden o kişinin ölümsüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyordu.”

Zaman algısı lisanı nasıl etkiliyor, alfabeleri, yazı düzenlerini, zaman kiplerini nasıl belirliyor yukarıdaki metin buna şahane bir örnektir. Yine Before the Rain filminde döngüsel zaman kavramı anlatılır ve benim için eşsiz bir filmdir o da. Time never dies, circle is not round. Geçmiş ve gelecek yok, ezeli ve ebedi şimdi var. (There is no time, many become one.)

Bu filmde de Villeneuve, döngüsel zamanın lisanını ve alfabesini vermeye çalışıyor. Doğrusal zaman algısının yarattığı dili reddedip, döngüsel zaman algısının dilini Louise’e öğreterek, onun döngüsel zamanı kavramasını sağlıyor. Burada bir dehşet şiir de Ahmet Hamdi Tanpınar’dan gelsin:

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

İşte Louise, Abbott ile Costello’nun dilini çözdüğünde “yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında, mavi masmavi bir ışık ortasında yüzmeye” başlıyor.

Tabii filmde sadece döngüsel zaman anlatılmıyor. Bilmediğimiz şeyler karşısındaki defansif tavrımızın iletişimi tümüyle sekteye uğrattığını da anlatıyor film. (Louise’in koruyucu kıyafetlerini çıkarıp uzaylılarla gerçekten tanışması ile iletişim başlıyor) Mahjong’un ya da satrancın diliyle iletişime girersek, ofans-defans, kayıp-kazanç dışında konuşacağımız bir şey olmaz diyor. (If all I gave you a hammer, everything looks like nail.) Tüm bunların quantum fiziğinde ve bilişsel psikolojide derin karşılıkları olduğunu da aklımızda bulundurmamız lazım. Üstüne bir de düşünürken kullanılan dilin beyin yapısını biçimlendirdiğine dair Sapir-Whorf hipotezini de hesaba katmalıyız.

Derecelendirme: 9/10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder