6 Nisan 2017 Perşembe

Manchester by the Sea (2016)


Lee’nin bünyesi öfke santrali gibi çalışıyor, sürekli öfke üretiyor. Lee sürekli kar kürüyor, öfkesini soğuğa veriyor. Lee en alt seviye tamir işlerini yapıyor. Elalemin bok dolu tıkanmış tuvaletlerini açıyor, temizliyor. O kadar öfkeyle müşteri dırdırına yine iyi dayanıyor.

Lee’nin bedeni ağır ceza mahkemesi gibi çalışıyor, sürekli mahkumiyet kararları veriyor. Öyle bir mahkumiyet ki, ağırlaştırılmış müebbet, kaçmak da, tahliye de, mümkün değil. Odadaki eşyaları atması boşa değil, abisinin merhameti ona fazla geliyor. Lee kendisini herşeyden ve herkesten tecrit etmiş, yine de yaptığının bedelini ödeyemiyor kendine, yetmiyor.

Lee’nin ruhu vicdan azabı reaktörü gibi çalışıyor, sürekli vicdan azabı üretiyor. Lee sürekli kar kürüyor, vicdan azabını dondurmaya çalışıyor. Vicdan azabına dayanamadığında gidiyor arıza çıkarıyor. Ya barda durduk yere kavga çıkarıp, dayağını yiyor ya da pencereleri yumruklayıp elini kolunu kesiyor.

Lee pişmanlıktan boğuluyor her gün, her saat. Kimseye bulaşmak istemiyor. Eski karısı Randi’yi ne hale getirdiği belli, başka kimsenin hayatına dokunmak istemiyor. Lee’nin işi zor, çok zor. Allah kimseyi “Lee”likle terbiye etmesin.

İşte bu Lee’nin başına bir de 16 yaşında ergen Patrick kalıyor. Lee boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyor. Abisine göre Patrick için de, Lee için de en iyisi bu. Patrick, Hz. Yusuf’un adını taşıyan abisi Joseph’in Lee’nin kendini affedebilmesi için sunduğu bir merhamet sığınağı.

Kendini ağırlaştırılmış müebbete mahkum etmiş, herşeye kayıtsızlaşmış Lee, Patrick’i doğru yola yönlendirmeye çalışıyor. Oysa doğru yolu kendisi de bilmiyor, hatta doğru yol diye bir şeye inanmıyor.

Kendisini o kadar cezalandırmış ki, sadece Joseph değil, artık Lee’nin yaşadıklarını bilen herkes ona merhamet sunmaya çalışıyor. O hapishaneden Lee’yi çıkarmaya çalışıyorlar. Hatta eski karısı Randi bile artık yeter diyor.

Lee’nin bu halleri görülmeye değer.

Derecelendirme: 8/10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder